1917-1918 yıllarıdır, yedek subay olarak askere alınır. İstanbul’da bir birliğe atanır. Ancak abisi daha önce Kafkaslar da şehit olduğu için abisinin intikamını almak ister Kafkaslara gitmek için dilekçe verir, dilekçesi kabul görür ve Kafkaslara gönderilir. Bundan sonrasını özet olarak Ş.S.Aydemir’in kaleminden okuyalım;
Kafkaslara boşa gitmiş oldum. Birkaç ay anca kaldım, tayin olduğum ordu Kafkaslardan çekildi. Doğu illerine Kars, Erzurum, Erzincan dolaylarına dağıtıldı.
Ben Erzincan dolaylarındaki birliğin başına tayin edilmiştim. İlkbaharın sonlarıydı, alayın makinalı tüfek bölüğüne düştüm. Askerler ihtiyat olduğu için fazla siperlere falan gönderilmiyordu(İhtiyat, tekrar askere alınan yedek askerlere denir).
Mevsim yazdı. Askerler ağaç gölgelerinde bol bol istirahat ediyordu. Askerler yaşlı ve ihtiyat olmalarına rağmen çok bilgisiz görünüyorladı.
Namaz kılıyorlar her biri başka türlü, abdest alıyor, abdestleri abdest olmuyordu. Ne namazı ne abdesti, ne de orucu doğru dürüst bilmiyorlardı.
Güzelim yaz aylarının boş geçmesini istemedim. Ağaç gölgelerinde hem dini hem de askeri ders vermeye başladım.
Derse başlarken İstanbullu başçavuşa dersi sadece dinlemesini, sual cevaplara katılmamasını söyledim, sonrada askerlere sordum.
Bizim dinimiz nedir? Biz hangi dindeniz?
Hep birlikte;
Elhamdülillah Müslümanız: diye cevap vereceklerini sanıyordum, fakat öyle olmadı. Cevapları karışıktı. Kimisi “imamı uzam dinindenim” dedi, kimisi “Hz. Ali dinindenim” dedi kimisi de hiçbir din tayin edemedi, arada;
İslam diyenlerde çıktı ama;
Peygamberimiz kimdir? deyince,
Onlarda pusulayı şaşırdılar. Akla gelmez peygamber isimleri ortaya atıldı, hatta birisi;
“Peygamberimiz Enver Paşadır” dedi. Öncesinden peygamberimizin adını duymuş olan birkaçına da;
Peygamberimiz sağ mı?, ölümü? deyince gene çatallaştı. Herkes aklına gelen cevabı veriyordu. Bir kısmı sağ bir kısmı ölüdür tarafını tuttu, fakat birisinin kuvvetle konuştuğunu, yahut bir tarafın daha ağır bastığını görünce, bir tarafın diğer tarafa kolayca kaydığı görülüyordu.
O halde peygamberimiz hangi şehirde oturur? Diye sordum, cevaplar tekrar karıştı. İstanbul’da, Şam’da yahut Mekke de diyenler oldu. Hiçbir yer tayin edemeyenler daha çoktu.
Peygamberimiz ne kadar zaman önce öldü diyenler, peygamberimiz yaşıyor diyenler,
Köyünüzde cami var mı? diye sorduğumda iki ,üç kişi parmak kaldırdı. Köylerinde mektep olanlar hiç yoktu.
Köyde camii olduğunu söyleyenler de bazı bayramlar da camii’ ye gittiklerini söylediler.
Kimin kulusunuz? Diye sorduğumda büyük çoğunluk “ PADİŞAHIN KULUYUZ” diye cevap verdiler.
Dinlerini bilmedikleri gibi hangi milletten olduklarını da bilmiyorlardı. Sorduğum soruya hiç cevap çıkmadı.
Bazıları“ Türk milletindeniz” deyince bazılar
“ Estağfirullah” deyi verdi;
Osmanlı Anadolu’yu sadece vergi toplamada, asker almada hatırlamış, yatırımları cumaları İstanbul’a yapmıştır.
Anadolu insanın kemikleri “ Yemen’de, Tunus’ta, Libya’da, Şam’da, Mısır’da bırakmış, çocukları yetim, eşleri dul bırakmış, eve sefil, perişan Anadolu kadını, yaşamın ne olduğunu anlamadan, 9-10 yaşındaki çocukları gözlerini açar açmaz sefalet içinde geçim derdine düşürmüş, 18 yaşına gelince de askere çağırılmış
“Ş.S. Aydemir suyu arayan adam”
Padişahım Çok Yaşa…!
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
20 Kasım 2024 Köşe Yazıları
09 Kasım 2024 Köşe Yazıları
06 Kasım 2024 Köşe Yazıları
02 Kasım 2024 Köşe Yazıları