logo

BU BAB VEZİRKÖPRÜ’NÜN UZUN AKARSUYU ISTAVLAZ’IN KATLİNİ ANLATIR

BU BAB VEZİRKÖPRÜ’NÜN UZUN AKARSUYU ISTAVLAZ’IN KATLİNİ ANLATIR

BU BAB VEZİRKÖPRÜ’NÜN UZUN AKARSUYU ISTAVLAZ’IN KATLİNİ ANLATIR

Son yıllarda elde edilen arkeolojik verilere göre tarihi mezolitik döneme kadar inen Vezirköprü, bunca uzun yıl iskan ediliyor oluşunu, kaynağını Tavşan dağından alan akarsularına borçludur. Bunu yanı sıra; Anadolu’nun ortalarından doğup sularını Karadeniz’e akıtan Kızılırmak da Vezirköprü’nün coğrafi sınırlarını çizer ve Vezirköprü’ye yaşam taşır.
Vezirköprü’nün topografik yapısına bakıldığında, düzenli olmayan bir yeryüzü şekli ile karşılaşırız. Karadeniz ile İç Anadolu arasında sıkışıp kalmış bu tampon bölge; yeryüzü şekilleriyle Karadeniz’e, karasal iklimi ile İç Anadolu’ya; kültürü ile de her iki bölgenin karma kültürü gibi, ikisinin ortak özelliklerini taşır.
Akarsuları derin vadiler içinden akarak Karadeniz’e doğru yol alırken oldukça hırçın ilerler. Binlerce yıldır süren bu hırçınlık zaman zaman topografyanın, zaman zaman da akarsuların hakimiyetiyle sürüp gider. Özellikle Vezirköprü’nün en büyük akarsuyu olan Istavlaz, bu amansız mücadelede topografyayı ince dokunuşlarla oya gibi işler. Tavşan dağının birçok su kaynağı birleşe birleşe Istavlaz’ı besler ve her biri bir yandan bir gelin alayı coşkusuyla Istavlaz’a katışırak; Akçay köyü önlerinde Altınkaya Barajına gelin giderler.
Tavşan dağının bereketli koyaklarından başlayan bu allı pullu gelin alayı, elli kilometrelik yol boyunca geçtiği her kayaya, vadiye, ovaya adını ezberleterek bereketini sunar ve her birinin hayır duasını alır.
İşte bu öykü, Istavlaz’ın yolculuğunun öyküsüdür.
Istavlaz yolculuğuna başlamıştır bile:
Önce Kızılcakoru köyü önlerinde Syglion kalesine uğrar ve kalenin 2000 yıllık sarnıcını soğuk suları ile doldurur. Syglion Kalesi’ndeki sarnıç, Pontus Kralı VI. Eupator’un prenslerinden Arsakes’in ordusunu susuz bırakmış ve Roma ordularına teslim olmak zorunda kalmışlardır. Çünkü, Arsakes’in Syglion kalesine sığınacağını tahmin eden Pompeus, sarnıcı taşlarla doldurtmuştu. Hemen aşağısında Küçükkale köyündeki gerçekten de küçük bir kaleden “kırkbadal”la inen kral kızı testisini doldurur. Kuyuma deresine ulaşınca pek utangaçtır Istavlaz… “Yerköprü”de kaybolup, sonra yeniden yeryüzüne çıkarak devam eder yoluna.
Köprübaşı’na varmadan Bakırçay olur ve Tunç dönemi Karadeniz yerleşkelerinin tunç silahlarına bakır sağlayan en eski maden yatağıdır. Köprübaşı’nda Roma döneminden kalma 2000 yıllık köprünün ayaklarını okşayarak, Bayramköy Barajına iner. Baraj havzasına yayılır, dinginleşir, uslanır ve dinlenir. Bu, Istavlaz’ın ilk kez özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. Neden engellendiğini bilemeden öylece dolar, bekler ve üzülür. Sonra baraj kapaklarından sessizce süzülerek o bildik yatağına iner. Mahzundur biraz. Kimselere görünmek istemez ve derin beşiğinde usulca akar Varadoy Kanyonuna. Ve birden 700 yıldır yarenlik ettiği, derdini, sevincini, hüznünü, tasasını, coşkusunu fısıldadığı “Kurtköprü”nün kemerlerine tutar aynasını dindirir uzun vuslatın acısını… Kurtköprü susuzluğunu giderirken, taş bir gerdanlık olur Istavlaz’a. Sonra 700 yıllık alışılmışlıkla yol yösterir Ona. Sessizce vedalaşırlar zira Istavlaz’ın daha ne çok sevdası vardır uğrayacağı, gönlünü hoş edeceği… Nazlı nazlı süzülerek Tatarkalesi’ne varır. Önce bin yıllık bir hamama su verir, hem paklar hem paklanır. Sonra Sultan Mesud’un kalesine selam durur. Kalenin gizli geçidinden kızlar üşüşür başına şen şakrak kahkalarla, cilveler, şakalar, su sıçratmalar… Bir düş görür Istavlaz… Hatırlar tüm geçmişini bir bir. Sultan Mesud seferden dönmektedir. Istavlaz’a gelir durur… Muhteşem kalesini izler. Suyun şavkı ürkütür sultanın atını. Mesud atından iner paklanır Istavlaz’da; serinler, arınır. Giderir tüm seferin yorgunluğunu. “Ne görkemli yıllardı” diye çağıldar Istavlaz… Derin bir iç geçirerek selamlar Tatarkalesi’nin yıkıntılarını… Oysa ne sevdalara tanıklık etti burada Istavlaz, ne zaferler tattı. Düşünden uyanıp tekrar düştü yollara… Aslında Istavlaz bir “düş”tü… Bir kırılgan gülüştü… Bir çöküştü… İşte şurada Todor Usta’nın bitirmeye vakıf olamadan sürgün yollarına düştüğü köprünün ayakları… Halbuki Vezirköprü’nün ortasındaki saat kulesini Todor usta dikmemiş miydi? “Hey koca taş ustası” diye geçirdi içinden Istavlaz… Bak işte Sultan Mesud’un türbesinin son taşları… Dünya kime baki kalmış ki… Aşağısı Yürükçal köyü, ne kaldı ki şunun şurasında bir adımlık yol Roma Köprüsü… Fakat şimdi nasıl da harap olmuş arasından kıvrıla kıvrıla aktığı antik istinat duvarları… Nasıl geçecek şimdi şu demir yığını kum kırma makinelerinin arasından? Yorulmaz mı Istavlaz? Ağlamaz mı? Hıçkırmaz mı? Kahrolmaz mı? Nasıl da kıymışlar bu muhteşem köprünün taş döşemelerine? Oysa nasıl da severdi Istavlaz bu gizemli köprüyü!.. Her geçişinde sevgiyle okşar parlatırdı taşlarını, temizler süpürürdü…
Bu gürültü de ne böyle? Sanki bir patlama sesi kulakları sağır eden… Neden kırıyorlar Çalköy Kanyonu’nun taşlarını koca makinelerle? Neden kurmuşlar bu demir sesli değirmeni? Oysa şurada bir değirmen yok muydu tıkır tıkır melodilerle çalışan… Eşekler sıra beklemez miydi gece gündüz kapısında… Değirmenci bir o savağa bir bu savağa su verip durmaz mıydı gün be gün? Akçağaçlar oynaşmaz mıydı kanyondan esen rüzgarda? O da ne !.. Neden kirlendi ayakları Istavlaz’ın? Nasıl girecek şimdi Gökgöl’le gerdeğe? O Gökgöl ki çağıltısıyla tüm kanyonu inletir. O Gökgöl ki milyonlarca yıldır bir kayayı parlatıp cilalamıştır çavlağıyla… O Gökgöl ki yerinde duramaz eşip durur yatağını hırçın bir doru tay gibi.
Kirli ayaklarıyla öylece aktı Istavlaz Gökgöl’e… Hani nerede keçi sürülerinin çan sesleri kanyonda? Nerede çobanların birbirlerine hüzünlü seslenişleri… Kaval sesleri, ıslık sesleri karışmaz mıydı Gökgöl’ün çağıltısına… Uğuldayıp gitmez miydi bu hercümerç kanyonda gün boyu…. Ne oldu sana Istavlaz? Neden kaçtı neşen? Neden bu geri durmaların… Daha gidecek ne çok yolun var, hadi Istavlaz…
Bak Hünkâr Köşkü şurada… Hünkârlara layık ihtişamıyla bekliyor seni… Duvarlarında yazılı gizemli alfabeyi çözmen için sabırsız izliyor seni yukarıdan. Bakma öyle mağrur duruşuna; o hep sever seni… Boşuna mı salmış sarmaşıklarının köklerini sana doğru… Hadi ak ona doğru… Hem bak derin kanyon günışığı geçirmez, kimse görmez ayaklarının kirlerini… Geri durma hadi!.. Hem yıkarsın Atgölü’nde ayaklarını, pir-ü pak olursun… Yine gümüş sırtlı balıklar oynaşır çakıl taşlarınla… Şen şakrak çocuk sesleriyle yerine gelir neşen… Hadi Istavlaz!.. Heyhat!… Atgölü tam da burada değil miydi? Adatepe’nin, Akören’in Çalköy’ün sığır güden çocukları çimmez miydi serin sularında? Şuradan karışmaz mıydı Uluçay deresi Istavlaz’a? İnekler böğürmez miydi? Çocuklar küfretmez miydi sürüden kaçanlara… Neden kızıl bir balçık şimdi sana karışan Uluçay? Neden Üçkaya’nın yerinde yeller esiyor? Nerede saciyak gölü.. Saç ayağı gibi üç kayadan oluşurdu hani… Kayalı değil miydi buranın adı? Nerede şimdi o kayalar? Neden homurtularla taş öğütüyor makineler? Ne oldu şurada yeşillikler içinde kaybolan değirmen? Balık tutmazlar mıydı şurada? Balıklar nerede?
Istavlaz nasıl devam etsin yoluna? Şimdi sadece ayakları değil, kirlendi işte tüm bedeni… Bak nasıl da daraldı nefesi… Hızı nasıl da kesildi? Benzi nasıl da soldu… Oysa Atgölü’ne varınca Almacı’nın Emin’in değirmeni bir nefeslik yol… Ama şimdi o nefesi nasıl tutar Istavlaz?
Daha düne dek ayaktaki son değirmen değil miydi Almacı’nın Emin’in değirmeni? Tek tük de olsa buğday getirmezler miydi daha düne kadar… Hiç değilse arpa kırdırmıyorlar mıydı hayvanlar için… Şimdi neden böyle melül mahzun duruyor? Neden ahşap köprüsünün ayakları naylon poşet sarılmış. Nerede değirmenin kıyıcığında yaşayan su samuru ailesi… Onlar da mı terk etti seni yoksa Istavlaz?.. Ya balıkçıllar? Balık olmayınca balıkçıl mı kalır a Istavlaz? Zehir akan suyunda balık mı kalır Istavlaz!.. Nerede balık avlayan su yılanları, nerede içimizi ürperten çığlıklar atan su kuşları?
Hadi bak Aşağı Kanyon halâ orada… Ama şimdi suyun şavkı vurmuyor kayalıklara… Nasıl da mahzun ilerliyorsun Istavlaz, suyun nasıl da ağır… İşte Çetinatlak… Bu ad öyle durduk yere verilmemiştir ona; sular koca çavlaklar oluşturarak iri kayaların arasından bir o yana bir bu yana akar, geçişi nasıl da çetin kılardı… Ha gayret Istavlaz… Az kaldı Altınkaya Barajı’yla buluşmaya… Bak solunda nasıl da uzanıyor antik su yolu… Kanyonun yüksek duvarlarında kim bilir hangi koşullarda yapılmıştı. Kim bilir nerelere yaşam götürüyordu.
Bak işte gökyüzü aydınlanmaya başladı, ışık sızmaz kanyon bitiyor şimdi. Bak şurası Altınkaya Barajı…
Artık ölebilirsin Istavlaz… Bırak şimdi yılgın bedenini barajın sularına… O da temiz sayılmaz nasıl olsa… Hadi Istavlaz; seni hep birlikte öldürdük Allah’tan rahmet dilerim sana: Kalû innâ lillâhi ve innâ ileyhi raciûn…

 

Share
874 Kez Görüntülendi.
#

SENDE YORUM YAZ

1+1 = ?